#LeadYourLife
Birçoğumuzun beğenerek izlediği bir film olan Hayat Güzeldir filmini koçluk gözüyle tekrar izledim. Bu bakış açısına sahip olan koçların dünyayı daha farklı ve güzel gördüğünü düşünüyorum.
Filmi ilk izlediğimde bir babanın oğluna hissettirmeden içinde bulundukları tehlikeden koruması ve yaşadıkları olaylara tanık olmuştum. Fakat bu filmi bir de koçluk gözüyle izlediğimde, işte orada gizli kalan mesajları alabildim. Aldığım bir kaç mesajı sizlere de aktararak filmi tekrar izlemenizi tavsiye ediyorum.
Film 1930’ların sonlarında İtalya’da geçiyor. Bir Yahudinin İtalyan bir kıza aşık olması ve onunla kaçması ve hatta çocuklarıyla birlikte mesut bir aile oluşları resmediliyor. Filmin ikinci bölümünde ise Nazi istilasıyla toplanan Yahudiler ve karısının İtalyan olmasına rağmen onlarla birlikte esir kampına gidişi anlatılıyor. Film dram ve komedi içeriyor. Bol ödüllü ve Imdb de ilk 50 film içerisinde. Filmi övmeye gerek yok, film kendisini izletiyor.
Bir dükkanın kapısında asılı olan Yahudiler ve köpekler giremez yazısını okuyorlar. “Niye Yahudileri almıyorlar!” diye soran çocuğuna; Başka bir dükkan da “Çinlilerle kangurular giremez” yazısı olduğunu ve bunun dükkan sahibinin isteğine göre yazabileceğini söylüyor. Çocuk ama biz herkesi alıyoruz dükkana deyince biz de asalım o zaman bir yazı diyor ve “Vizigotlar ve örümcekler giremez” yazmayı kararlaştırıyorlar. Bunu anlatırken bile olaylar karşısında dirayetini yitirmiyor ve oyunlaştırarak çocuğuyla eğleniyor.
Film izleyenlerden aldığım bir yorum;
Hayat gerçekten güzeldir. Yalın, duru bir anlatımla hayatın zorluklarına direnmenin insana neler kazandırabileceğini anlatıyor. Roberto Beningi bu filmde gerçeği oynar gibi oynuyor. Hayat sadece iyilikten ibaret değildir; kötülükte zaman zaman kendisini gösterir. Ya hayatımız hep kötülüğün etkisinde kalmış olsaydı tepkimiz ne olurdu? Neleri korumak isterdik? Bunu korurken canımızı ortaya koyabilir miydik? Aslında bana sorarsanız bu film çok felsefik; bir o kadar da traji-komik… Hayatın da bir oyun olduğunu, neyi yaşamak istersek; nasıl yaşayabileceğimizi de bilmemiz gerektiğini öğretiyor… Bu anlamda güzel bir film. Vurdulu-kırdılı sahneler bile yumuşak anlatılıyor; yani geçiştiriliyor.
Mesela ilginç bir nokta var bir sahnede. Yahudi Guido aşık olduğu kızı görebilmek için çalıştığı okula müfettiş kılığında gidiyor. Müfettişin gelme amacı olan ırkçı manifestoyu okuması isteniyor. O ideolojiyi bir kenara bırakıp, kendine düşman manifestoyu sırf aşık olduğu kadına yakın durabilmek adına okuyor. İdeolojiler bireyin gelişmesini ve düşünme kapasitesini düşürür. Eğer ideolojiye bağımlı olsaydı, aşık olduğu kadınla evlenemeyecekti.
Filmin subliminal mesajı: Kendiniz için karar alın. İdeoloji peşinde koyun olmayın!
Bir babanın, yahudilere yapılmaya başlanan tacizleri, çocuğuna hissettirmemeye çalışması ve moral bozmadan bir oyun edasıyla yaşama devam etmesi vurgulanıyor. Vurgulanan ana tema umut. Ne durumda olursanız olun hayattan umudu kesmeyin. Ve kaybedilmeyecek umut için gerekli olan benzin enerji. İşte Guido da bu enerji ve umut fazlasıyla var. Yaşadığı türlü olaylara rağmen oğluna ve karısına karşı sorumluluklarını bırakmıyor, ve onlara dış ses olarak destek veriyor. Bir babanın ailesi için yapabileceği şeylerin sınırı olmadığını gayet güzel anlatıyor.
İçinde bulunduğunuz durumu değiştiremiyorsak, o durumla ilgili bakış açımızı değiştirebiliriz. Guido, getirildikleri Yahudi toplama kampını oğluna eğlenceli bir yarışma gibi anlatarak ikisinin de bakış açılarını değiştiriyor.
İlginç olan şey şu ki; Normalde başınızdan geçen bir olayı başkasıyla paylaşırken, paylaştığınız kişinin konuya tam da hakim olmadığını görürsünüz. Burada ise hem çocuk hem de baba ikisi de aynı durumun içindeyken, babanın çocuğu uğruna olayları farklı göstermesi, andan zevk almayı ve esir kampında yaşadığı ağır koşullara rağmen enerjisinin yüksek olduğunu görüyoruz. Gerçek öğretiler olayı deneyimleyen tarafından gelişir. Nasreddin hocanın ünlü sözü “beni damdan düşenin yanına götür” bu olaya yakın bir durum. O anda yaşayan, işkenceye ve ağır yaptırımlara katlanan birinin hem kendisini hem de oğlunu motive etmesi enfes işlenmiş bir hikayeydi.
Benim filmden aldığım en büyük öğreti ise; ne olursa olsun pes etme! Oyun gözüyle baktığında o altından kalkmaya zorlandığın hayat o kadar basit geliyor ki. Kuralları olan ve oyunlaştırılmış bir zorluğun altından kalkmak için en önemli gereksinim umut.