Benim insan kaynaklarından anladığım;
Öncelikle durağan ve sabit bir yapısı olmadığıdır. Standart işleyişleri bordro-özlük, işe alım-çıkarım gibi her şirkette görebileceğiniz gibidir.
Nitekim bazı şirketler bordroyu muhasebeye, işe alımı da o bölümün müdürüne yönlendirerek insan kaynaklarına gerek duymamışlar. Bu tip minik kurumlar, boyları kadar hareket kapasitesine sahip olduklarından böyle bir tasarrufta bulunmuş olabilirler. Şirketlerde olmazsa olmaz İK için bu tip geçiştirme hareketler pek bir önem ifade etmez. Bu şirketler göl ise, asıl İK departmanları okyanuslarda bulunur. Bir birimin görev ve sorumlulukları ne kadar artarsa, asli görevlerinde sıkıntı yaşama ve performans azalması o kadar artar. Bu kuralı hiçe sayan bir kurumda “bir işe alımı da beceremediniz” diye çıkışması normaldir. Çünkü o kişinin yetkinliği bu değildir.
Farklı bir yapı olan ve İK ya gereken önemi gösteren kurumlarda ise, İK kendi içinde farklı bölümlere ayrılarak görev dağılımını yetki bazlı yapmıştır. Diğer Departmanlarda İK sorumluları bulunması, iş ortağım, kurumsal işveren markası uzmanı gibi birçok yeni yapı taşları ile daha da büyüyen ve kendini güncelleyerek gelişen bir departman olmaktadır. Hatta proje bazlı yeni pozisyonlar açıp, kalıcı veya dönemsel istihdamlarda bulunmuşlardır.
Her birim kendi sorumluluk alanında icraatlarda bulunduğundan verimleri de yüksek olur. İnsan Kaynakları algısı işe alan ve işten çıkarandan çok daha fazlasıdır. Bu konuda izahı daha tecrübeli ve daha bilgili kişilerden öğrenebiliriz.
İnsan Kaynakları bir deniz misali, her kıyıya vuran dalgası farklı büyüklüktedir.